Malik bin Dînâr

MÂLİK b. DÎNÂR

مالك بن دينار
Müellif:

Basra’da doğdu. İlk tahsilini burada tamamladığı, ilim öğrenmek için Horasan ve Hindistan’a kadar gittiği, güzel sanatlara karşı ilgisi ve yeteneği olduğu, verrâklık yaptığı ve geçimini mushaf yazarak kazanmaya çalıştığı kaydedilmektedir. Horasan’da vefat ettiğine dair bazı bilgiler varsa da (Abdülhamîd en-Nu‘mânî, V/2 [1954], s. 16) kaynakların çoğuna göre Basra’da ölmüştür. Mâlik b. Dînâr’ın gençlik yıllarında eğlence ve işret âlemlerinde bulunduğu, bir gece arkadaşlarının uyuduğu bir sırada ud çalarken duyduğu ürperti üzerine o yıllarda Basra’nın meşhur zâhidlerinden Hasan-ı Basrî’nin yanına gidip tövbe ettiği rivayet edilmektedir. Diğer bir rivayete göre ise ölen kızının rüyasında ona, “Müminlerin kalplerinin ürperme zamanı hâlâ gelmedi mi?” meâlindeki âyeti (el-Hadîd 57/16) okuması üzerine zühd hayatına yönelmiştir.

Tasavvufun oluşmasına katkıda bulunan zâhidlerden biri olan Mâlik b. Dînâr esas itibariyle Hasan-ı Basrî’yi takip etmiş, hüzün, sadâkat, zikir, zühd, mârifet gibi konular üzerinde durmuştur (Ebû Nuaym, II, 360-361). Ona göre mârifetullahın yeri gönüldür, mârifetullahı idrak etmeden ölenler dünyadaki en tatlı şeyin farkına varmadan göç etmişlerdir. Hüzün halini yaşamayan kalbi, içinde oturulmayan harap bir eve benzetmiş, uyanık ve temiz bir kalple ciddi bir dinî hayat yaşamak için bu hali idrak etmenin gereğini vurgulamıştır.

Mâlik b. Dînâr yeme içme, giyinme, mal mülk, servet edinme ve şöhret kazanma konusunda riyâzet ve mücâhedeyi esas alarak buna titizlikle uymuş, her günahın temelinde dünya sevgisi ve menfaat hırsının bulunduğuna dikkat çekmiştir. İyi bir mümin olabilmek için bu sevginin yerine Allah sevgisini koymak gerektiğini, dünyanın onu terkedenlerin ardından koşacağını belirten Mâlik bu hususta en güzel örneklerden birinin Ömer b. Abdülazîz olduğunu, Ömer dünyayı terkedince dünyanın onun ayağına geldiğini söylemiştir. Ona göre toplumu ilim, ahlâk ve fazilete yönlendirecek dört grup insan vardır. Bunlardan sıddîklar Kur’an okunduğunda âhirete yönelirler; kurrâ ise Allah’a sığınır ve halkı O’na yöneltir. Ebrârın üzerinde durduğu konular diline sahip olmak, tövbe-istiğfar etmek ve inzivâdır. Âlimlerin ilmiyle amel etmeyenleri kaygan taş gibidir, bereket ve yağmuru tutamaz.

Mâlik b. Dînâr amel ve davranışlarda esas unsurun ihlâs olduğuna dikkat çekmiş, kılık kıyafete önem vermemiş, sûfînin eski ve yamalı elbiseler giymesi gerekmediğini, helâl kazandıktan sonra isteyenin istediği gibi giyinebileceğini söylemiştir. Zühd ve takvânın icaplarını yerine getirmeye, bu esasları halka ve yöneticilere anlatmaya çalışmıştır. Asırlarca menkıbeleri anlatılagelen Mâlik’in bir gün Basra valisiyle karşılaştığı, valinin ondan dua istediği, onun da nice mazlumlar kendisine beddua ederken kendisi için yapacağı duanın faydalı olmayacağını, önce beddualara sebep olan hususları ortadan kaldırması gerektiğini söylediği nakledilmektedir. Tâbiînden olan ve hadis rivayet eden Mâlik b. Dînâr, Hasan-ı Basrî’den başka Şakīk-ı Belhî, Râbia el-Adeviyye ve Abdülvâhid b. Zeyd ile sohbet etmiştir.

BİBLİYOGRAFYA

, V, 249.

, V, 243.

, IV, 309.

, s. 470.

, s. 68, 398.

, s. 10.

, II, 357, 360-361.

, s. 511.

, s. 184.

, s. 142-143.

, III, 184.

a.mlf., el-Ḳuṣṣâṣ ve’l-müẕekkirûn (nşr. ve trc. M. L. Swartz), Beyrut, ts., s. 74.

Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliya (trc. Süleyman Uludağ), Bursa 1984, s. 85.

, IV, 139.

İbnü’l-Mülakkın, Ṭabaḳātü’l-evliyâʾ (nşr. Nûreddin Şerîbe), Kahire 1393/1973, s. 183-184.

İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, Beyrut 1991, V, 356.

, I, 32.

, I, 154.

, I, 173.

, I, 634.

Ali Sâmî en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1978, III, 162.

Abdülhamîd en-Nu‘mânî, “Min kütübi’t-târîḫ”, S̱eḳāfetü’l-Hind, V/2, New Delhi 1954, s. 15-16.

Ch. Pellat, “Mālik b. Dīnār”, , VI, 266-267.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 505 numaralı sayfada yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.

Alıntı : MÂLİK b. DÎNÂR


Bir gün Şam vâlisi ve kâdısı câmiye geldiler ve etrafı kusur arar gözlerle teftiş ederek, câmi, vakıf ve mahsullerin gelirlerini kontrol ettiler. Hatâ ve ihmâl bularak mütevellîsini, görevlisini azlettiler. Sonra Mâlik bin Dînâr’a adam gönderip hediyeler vererek bu vakfın mütevellîsi olmasını, vakıf işlerini üstlenmesini ricâ ettiler.

Mâlik bin Dînâr onlara; “O yerde bir yıl kadar halk beni görüp düzelsin diye uzlet edip yalnız olarak ibâdetle meşgûl olmuştum. Kimse benimle ilgilenmedi ve hatırımı sormadı. Bu gece sâhibime söz verdim. Kurtuluş yolumun ne olduğunu öğrenip anladım. Onu bırakıp başka şeylerle uğraşmak mümkün değildir.” diye cevap verdi.

Vakfın idâresini kabûl etmedi. Bunun üzerine onu çok sıkıştırdılar. Bunun üzerine Mâlik bin Dînâr hazretleri her şeyini kaldığı hücresinde bırakıp bir azık torbasıyla gece karanlığında oradan ayrıldı.

Mısıra doğru yola çıktı ve bir deniz kenarına ulaştı. Gemiye bindi. Gemi sâhibi taşıma ücreti ve eşyalar için kişi başına bir altın alıyordu. Mâlik hazretleri bir köşede ibâdet ve tefekkürle meşgûlken, gemici ücret istedi. Mâlik bin Dînâr hazretleri; “Henüz param hazır değildir. İskeleye vardığımızda hazır olur inşâallah.” dedi.

Gemi sâhibi ve adamları terbiyesizce sözler söyleyip Mâlik hazretlerini yere yıktılar ve iyice döğüp hırpaladılar. Sonra elini ayağını bağlayıp denize atmak istediler. Gemidekilerden hiç kimse buna mâni olmaya cesâret edemedi. Gemi sâhibi; “Böyle kişileri cezâlandırmak gerektir ki, başkalarına ibret olsun.” deyince, gemidekiler de ondan yana çıktılar.

Gemi sâhibi ve adamları Mâlik bin Dînâr hazretlerini tam denize atmak üzere iken binlerce balık su yüzüne çıktı. Balıkların her birinin ağzında birer altın vardı.

Mâlik bin Dînâr hazretleri birinin ağzından parayı alıp gemi sâhibine verdi. Sonra da hoşçakalın deyip gemiden deryâ üzerine indi ve yürüyerek deniz kıyısına çıktı. Bu hâdise ona Mâlik-i Dînâr (Dînâr Sâhibi) denilmesine sebeb oldu.

Fotoğraflar