Asıl ismi Hamza olup, Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin hazretlerinin baba...sıdır. Büyük velîlerden Pîr İlyâs hazretlerinin halîfelerinden olan Hamza Efendinin türbesi Amasya İstasyon Mahallesindedir.
Hamza Efendiye Kurtboğan lakabının takılması şöyle anlatılır:
Hamza Efendinin vefât edip defnedildiği günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü kabirden çıkarıp parçalardı. Bu kurt Şeyh Hamza'yı da parçalamak ve yemek istedi. Şeyh Hamza Mübârek elini uzattı, kurdu boğazından tutup öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk kurdu ölü vaziyette, Şeyh Hamza'nın elini de mezardan dışarıda buldular. Orada hâl sâhibi bir zât vardı. O; "Kurt değdiği için şeyhin elinin yıkanması lâzımdır." dedi. Elini yıkadılar, el hemen kabirden içeri çekildi. O günden beri Hamza Efendi Kurtboğan lakabı ile meşhur oldu.
KURTBOĞAN İLE ALİ YÜZBAŞI
"Bismillahirrahmanirrahim" diye yavaşça mırıldandı, yanındaki yaşlı yolcu. Yavaşça doğrulmaya başladı. Ve ekledi: "Geldik oğul." Yolcular oturdukları yerden usul usul kalkıyorlardı.
Otobüs perona girdiğinde iyice yaşlı birkaç yolcunun dışında tüm otobüstekiler ayaklanmış; paketlerini, el çantalarını ellerine almışlardı.
Hemen önündeki sıradan iki genç, onların önünden kasketlerini kulaklarına kadar indirmiş güneş yanığı yüzleri ile iki köylü, beyaz posbıyıklı, sakallı bir koca...
"Ne kadar da bizim Hasan Amcaya benziyor." diye düşündü Ali Yüzbaşı. Severdi Hasan Amcayı. Asker ocağına girmesinde çok büyük rolü olmuştu. "Oğul, her Türk'ün fıtratında askerlik vardır ve dahi peygamber ocağıdır. İmkanın varsa sende gir." demişti.
Girdiği o yolda senelerdir yürümüştü. Harb Okulu, kıtaya çıkış. Teğmenlik, üsteğmenlik, yüzbaşılık. Komando okulu, Kıbrıs.......... Ve bu yolun sonunda kader kendisini bu soğuk sonbahar sabahında Amasya'ya kadar getirmişti.
Önkapıdan çıktığında soğuk bir hava yüzüne çarptı. Titredi. "Olacak o kadar" diye düşündü. 1975 yılının Kasım ayının sonlarıydı. Amasya'nın dağların arasında kaldığını ve içinden geçen Yeşilırmak nedeniyle, havasının nispeten daha ılıman olduğundan bahsederlerdi, Carcurum-Eryatağı'nda çalışmış arkadaşları.
Hızla otogar binasına girdi. Niyeti ilk karşılaştığı kişiye sormaktı. Aksilik, uyuklayan bir iki kişi ve gelen yolculardan başka ortalıkta pek kimseyi göremedi. Yavaşça banklara doğru yürüdü. Oturma bankları salonda birine paralel yerleştirilmişti. Yaşlı bir adam, gözleri yarı kapalı, başında kahve rengi takkesi, sırtında kalın eski bir palto, yaslandığı bastonu ve yılların, güneş yanığı yüzüne, hediyesi kırışıklıkları ile yapayalnız oturuyordu.
"Günaydın Amca" dedi. "Aleykümselam" diye mırıldandı yaşlı adam.
"Amca " dedi. "Kurtboğan'ı arıyorum. Tanır mısın?"
"Nerden tanırsın Kurtboğanı? Ne yapacaksın?" diye sordu. Yaşlı adam.
"Arkadaşımdır. Görmeye geldim." diye cevapladı. "Kendisi, Amasya'da kime sorsan gösterir, demişti de."
"Asker misin?" diye mırıldandı, yaşlı adam. Sesi ancak duyuluyordu.
Sivil giyinmişti. Üzerinde asker olduğunu gösterir hiçbir işaret yoktu. Şaşırdı.
"Evet" dedi. "Nerden bildin?"
"Nerden bileyim hey oğul sadece tahmin." dedi yaşlı adam. "Son günlerde onu arayanlar çoğaldı da senin gibi. Son aylarda buraya gelen yabancıların çoğu Kurtboğan'ı, Hamdullah'ı, Sadi'yi, Keçeci'yi, Gülaziz'i arıyorlar. Tahminim ordan herhal." Bir iki soluk alımı durakladıktan sonra ekledi.
"Uzun yoldan gelmişe benzersin. Allah bilir geceyi yolda geçirdin?"
"Evet. Antalya'dan yeni geldim."
"Yolun uzunmuş.......... amma..... Daha gidecek epeyce de yolun var." dedi yaşlı adam. "Hele otur, biraz soluklan. Ben de şurda sabah namazını kılayım. Sonra seni götürürüm. Zaten yolum da Kurtboğan'la." diye ekledi.
Misafir, "Garip bir adam." diye düşündü.
Yavaşça kalktı, garip adam. Mescit yazan tabelanın altındaki kapıya doğru yürüdü. Ali Yüzbaşı çok dikkat etmesine rağmen ayak seslerini duyamadığını fark etti. "Herhalde lastik tabanlı ayakkabı veya mes giyiyor." diye düşündü. Dikkatle bakmasına rağmen geniş pantolonun altında ayakkabıları göremedi.
.............................................................................................................................................
On dakika sonra, otogarın kapısından çıkmış hafif bir rüzgar altında şehir merkezine doğru yürüyorlardı. "Adın ne? Diye sordu. Yaşlı adam. "Ali" dedi misafir. "Ali Yüzbaşı. Ya senin?"
"Abdulgani" dedi. "Ama neredeyse ben bile unuttum. Genellikle beni Gani Baba diye bilirler."
"Burda mı oturursun?"
"Hayır oğul."
"Amasya'lı değil misin?"
"Epey zaman olmuştur, Amasya'ya geleli. Yerim Suluca'da Tersakan'ın kenarındadır."
"Amca bu soğukta, bu saatte ne işin vardı Amasya'da?" diye sordu Ali Yüzbaşı.
"Her kişinin, her zaman, her yerde yapacak bir işi vardır." diye cevapladı Gani Baba.
Uzunca bir süre konuşmadan yürüdüler. Misafir düşünüyordu: "Amma garip bir adam. Bu yaşta ve bu saatte, işini yaptırabileceği bir yakını yok mu acep?"..... Yaşlı adam mırıldanmayla karışık cevap verdi. Anlamamıştı. Ama sanki "Kişi her zaman yalnızdır." der gibi geldi. Üsteleyemedi.
Azeriler Camisi, dörtyol, heykel hep bu şekilde geçildi. Sessiz soğuk ve düşünceli. Arastaya gelene kadar beş mi altı mı cami geçmişlerdi saymamıştı. Ama alışılmadık sayıda çok cami olduğu dikkatini çekti, yüzbaşının. Ve tamamı eski idi. Oldukça eski......
Birden Ankara'da günler boyu ezan sesini duymadığını farketti.
"Oğul!" dedi Gani Baba. "Alışkın olmayabilirsin, Amasya'nın soğuğuna. Gerçi, Askerler alışkın olur, soğuğa sıcağa. Ama bizim burası biraz farklıdır. Arastadaki çay ocağı açılmıştır. Gel birer çay içelim. Hem ısınırız. Hem de vakit geçirmiş oluruz. Henüz çok erken."
"Peki amca...... Ama bir şartla....... Ben ısmarlayacağım."
"Oğul töreyi bilmez misin? Sen misafirsin."
Misafir, sessizce, suçluluk duygusu içinde başını önüne eğdi.
Ev sahibi sağa dönüp arastaya girdi. Sağdan ilk dükkandan içeri girerken seslendi. "Oğul bize acele iki çay yap. Üşüdük. Misafirimiz var." Alçak taburelere oturmuş saçları ve sakalları kırlaşmış üç dört kişi ayağa kalkıp "Hoş geldiniz" diyerek karşıladılar.
............................................................................................................................................
..
Çayların gelmesi....... Şekerin atılması.... Karıştırılması...... İlk yudum...... Bir daha........ Bir daha....... Ali yüzbaşı dalgın, düşünceli.
"Hayırdır oğul daldın? Uykusuzluktan mı? Yoksa bilmeden seni üzdük mü?"
"Estağfurullah beyamca." diyebildi Ali Yüzbaşı. Nasıl anlatabilirdi ki töre ve misafir kelimelerinin beyninde ve gönlünde fırtınalar kopardığını. Taaa, beş, bilemedin altı yaşında iken, dedesinin, dizine oturtup, "Töre ve misafir kutsaldır." diyerek anlattıklarını.
"Eyi. Eyi o zaman. Misafir kutsaldır. Bizde misafirimizi üzdük mü yoksa diye kaygılanmıştık." diye açıkladı yaşlı adam. Ve ekledi: "Kurtboğanı nerden tanırsın?"
"Uzun hikaye be amca." diye cevapladı. Üstlerine yazdığı raporun dışında anılarını anlatmaktan hiç hoşlanmazdı. Hiç anlatmamıştı başından geçenleri.
"Olsun be evlat." dedi Gani Baba. "Paylaşmak büyüklüktür. Bildiğini kendine saklamak sa eksiklik."..... "Hem, bizim epey vaktimiz var daha diye ekledi.
Ali Yüzbaşının Anlatısı:
Gani idi adın değil mi amca? Gani Baba derlerdi sana? Öyle değil mi? Müsaade edersen ben de sana Gani Baba diyebilir miyim?........ Sağol.
Ben, geçen temmuza kadar Bolu komando birliğinde idim, Gani Baba. Bilirsin komandolar, muharip sınıfların en önünde gelir ve dahi askerliğin gerçek şeklidir. Askerlerimizi çıplak elle vatan için, bayrak için öldürmeye; düşünmeden ölmeye eğitiriz. Eski akıncılar gibi... Senelerdir bunu yaparız. Ben de bölüğüme bu eğitimi vermeye çalıştım. Yaptım da............. Elimden kaç genç geçti sayısını bilmiyorum. Kaç tane genç çocuk olarak gelip erkek olarak teskere aldı. Onu da bilmiyorum. Hepsi ayrı özelliklerdedir. Kimsi doğuştan asker ruhludur. 3 günde asker olur. Kimisi bencildir. Kimisi şehirden gelmiştir. Bağdaş kurmayı bilmez. Kimisi silahı eline aldığında iki mermi attığında nişancı olur. Kimisi aylar geçer G3'ü sopa gibi tutar. Amma eğitim hepsini ayni hizaya getirir.
Uzun etmeyeyim o ay bölükte yine değişik vatan evlatları bulunmaktaydı. Hepsi yetişmiş askerler. Buna rağmen de eğitim kesiksiz ve son hızıyla devam etmekte.
Derken görev emri geldi. "Mersin üzerinden Kıbrıs'a." İlk çıkan birliklerin arasında idik. Çocuklarımdan üçte birini kumsalda bıraktım. Şehit düştüler. Peşinden Beşparmak'ta görev aldık. Zaten Kurtboğan'ı da orda gördüm. İkinci gündü. Mevzilenmiş Rum-Yunan askerlerine karşı savaşıyoruz. Zordu. Görünmeyen düşmana karşı açıktan saldırmak durumundaydık. İnan Baba, o çocuklarımızın gözlerini kırpmadan nasıl atıldıklarını görmeni çok isterdim... Neyse lafı uzatmayayım; Epey şehit te orda verdik. Bu arada ben de bacağımdan yaralandım. Kurşun aha bu sağ bacağımdan girdi, arkadan çıktı. Yürüyemiyordum. Bir ara baktım çevremde kimse kalmamış. Yukarlardan habire ateş yiyorum. Değil dağı tutmak, kıpırdamam bile mümkün değil. Bir ara ağaçların arasından birinin seslendiğinin duydum "Dayan Yüzbaşım." Birkaç dakika sonra şiddetli bir patlama ile Rum makineli siperinin havaya uçtuğunu gördüm. Toz duman içindeyken sırım gibi bir çavuşun geldiğini gördüm. Derinleşmiş yüz çizgileri, iki üç günlük sakalı, elinde G3'ü. Hayatımı o kurtarmıştı. "Gazan mübarek olsun yüzbaşım." dedi. Elleriyle yaramı sardı. "Gitmem gerek; Yapacağım işler var." diyerek yanımdan ayrılırken aklıma geldi ve kim olduğunu sordum. "Amasya'lıyım. Adım Hamza, ama Kurtboğan diye bilirler." dedi. Kendisini tekrar nasıl görebileceğimi sordum; "Amasya'da kime sorsan gösterirler." diye cevapladı. Sessizce uzaklaştı. Bana o anda örnek bir asker gibi gelmişti.
Uzunca bir süre hastahanede kaldım. Kurşun kemiğe denk gelmiş. Kıbrıs'ta görev bitince; Kendisini bulmak ve teşekkür etmek için buralara kadar geldim.
.............................................................................................................................................
Çaydan sonra ırmak kenarına inmişlerdi. Her zaman yeşil akan; Adını renginden alan, ırmak boyunca yürüyorlardı. Saraçhane Camii, ekin pazarı, Beyazıt Camii konuşmalarına şahit olmuştu. Parkın içinde küçük bir camiin önünden geçerken, "Geldik" dedi Gani Baba. Camiin avlusuna dönüverdi. "Gel Can!" diye ünlendi.
Şaşırmıştı Ali Yüzbaşı. Sabah namazı geçeli epey olmuştu. "Kurtboğan'ın bu saatte camide ne işi olabilir?" diye düşündü. Ona rağmen çağrıya uydu.
Camiin kapısını yavaşça açarak içeri süzüldüler. Gani Baba mihmandardı. Sabahın er ışıklarının aydınlattığı son cemaat yerinde duvardaki levhalar ve yazılar dikkatini çekti. Okumak isteği duydu. Gani Baba içeri girdiğinden, sonraya bıraktı.
Camiin içinde dikkatini ilk çeken, küçük pencerelerin ışıkları daha da azalttığı dar sahanın tam ortasındaki türbe oldu. Üzerinde, Arapça yazıların bulunduğu yeşil örtü ile kaplı türbe.
"Kurtboğan Hazretleri burada yatmaktadır" diye açıkladı yaşlı adam.
Şaşırmış, ürkmüş Ali Yüzbaşı kekeledi: "Ama Gani Baba................. Bu türbe....... çok..... çook eski............... gibi....."
"Evet oğul" diye açıkladı Gani Baba." Beşyüz yılı aşmıştır."
Dizlerin bağının çözülmesi deyiminin ne manaya geldiğini o anda anladı, Ali Yüzbaşı. Ayakta duramayacaktı. Göçercesine çöktü. Sessizce ama boşalırcasına, ağlamaya başladı.
Gani Baba'nın elini omzunda hissettiğinde kımıldayamadı bile. "Ağlamaktan çekinme ey oğul! Erkekler ağlamaz diyenler mânâdan fakir olanlardır. Gönül gözünden gelen yaş, pası siler; Yiğide erdemdir."
Ne kadar zaman geçti farkında değildi. Mırıldandı: "Namaz kılmalıyım Baba........... Abdestim yok."
"Dışarda, sağ tarafta şadırvan var. Orda alabilirsin"
...............................................................................................................................................
Üç beş dakika geçmişti. "Benim gitmem gerek, oğul." dedi, Gani Baba. "Yapılacak işler var. Kal sağlıcakla." Sesi çok daha farklı geldi Ali Yüzbaşı'ya. Sanki bir başka dünyadan konuşuyordu.
"Sağol Baba." diye cevapladı. Ve ekledi: "Seni tekrar nerede görebilirim?"
"Amasya'da, Suluca'da, Merzifon'da kime sorsan gösterirler. Yolun düşerse beklerim" cevabını, farkına varılamayan süzülüş ve kapının açılıp kapanma sesi izledi.
Beynindeki uğultudan, gönlündeki boşalmadan dolayı önce fark edemedi. Dış kapının kapanma sesi ile birlikte aydı. "Kime sorsan gösterirler." Beşparmak'ta Kurtboğan'ın kendisine kullandığı ifadenin aynısıydı.
Yerinden fırlayıp Gani Baba'ya yetişmek istedi. Koşar adımlarla camiden çıktı. Dört tarafına bakındı. Camiin avlusunda uçuşan sararmış yapraklardan başka ne bir hareket görebildi; Ne de bir canlı. Sanki avlu birden boşalmıştı.
Yazar; Kenan Erzurumlu
Not : Yazıda geçen Gani Baba Hz. ise yine türbesi Amasya Suluova'da bulunan bir Allah (cc) dostu, evliya zat idi...