Ferhâd Fânî

ŞEMÂİL-İ ŞERÎF

Beyazla pembenin vuslatı yüzün,
Bir siyah inciye sedeftir gözün,
Boyun her kimseden birazcık uzun,
Toprağa bûsedir, yürürken izin...
Seni anlatmanın imkânı var mı ?
Kulun Senden özge Sultânı var mı ?...
Secdeyle nûr olmuş alnı genişçe,
Kahkaha atmadan gülmesi hoşça,
Sözü tâne tâne, sesi yavaşça,
Vücûdu serinken, avcu ateşçe...
Seni incitenin imânı var mı ?...
Gönlümün gayrı bir Sultânı var mı ?...
Namazda en arka safı görürdü,
Azap âyetinde kalpler dururdu,
Usulca koşarmış gibi yürürdü,
Terlerse etrâfı güller bürürdü...
Sevgili, kavuşmak ihsânı var mı ?...
Kölenin Sen gibi Sultânı var mı ?...
Göğsüyle karnıdır, aynı hizâda,
Topuğu yerdeyken, gönlü fezâda,
Emsâli benzemez başkaca zâta,
Şefaat Sâhibim, yevm-i cezâda...
Kimsenin ben gibi isyânı var mı ?...
Kovarsan, bendenin Sultânı var mı ?...
Gözleri uyurken kalbi uyanık,
Geleceğe Rehber, geçmişe tanık,
Şeymâ'dan hâtırâ, omzunda yanık,
Berâat bekleşir, bir Fânî sanık...
Sen gibi derin Aşk Ummânı var mı ?...
Böyle bir Sultanlar Sultânı var mı ?...
İki yana düşer, saçı uzunca,
Alnında bir damar seyrir kızınca,
Şaka yapsa bile, doğru sözünce,
Bir hurma ağ'cını okşar üzünce...
Cânımın Sen'den öz Cânânı var mı ?...
Bülbülün başka Gül Sultânı var mı ?...
Bâzen annesini yâd edip ağlar,
Mekke'den göçünce, karardı dağlar
Söküğünü diker, zülfünü bağlar,
Sevgili, yetimdir hasretle çağlar...
Ravza'nda taş olsam, ziyânı var mı ?...
Gurbette rûhumun Sultânı var mı ?...
Sevgili, dilimde gayrı can yoktur,
Sükûta hapsolan sözüm de çoktur,
Seni vasfeylemek, kelâma yüktür...
Ferhâd bir karınca, Aşk ne büyüktür...
Cennette bir vuslat zamânı var mı ?...
Söyle Ey Fânî'nin Sultânı, var mı ?...
Ferhâd Fânî

SADECE HİTAP-III

Ben Sen'in gökyüzüne hasret bir güvercinim...
Ve Sen'in rüzgârında, bir mumun son demleri...
Her şey, her şey Sen'inle; ve Sensiz bir tek benim...
Bende poyraz vurgunu, Sende yaz meltemleri...
Issız bir kabristanı andırmakta gülşenim...
Süsen çiçeklerinin, kuşların mâtemleri...
Yürürken ardın sıra yürüttüğün gölgenim...
Ben Sen'in gökyüzüne hasret bir güvercinim...
Dilimi düğümleyen, bir hece vardır ki:"Sen"...
Cibrîl'in kanadını yakan o bir tek hece...
Sen, Sen, âh Sen ki Ahsen, diyebilsem, dinlesen...
Sidre'nin kulağına fısıldanan bilmece...
Gözlerimde gizlenen, Sen'i bir görebilsen...
Havvâ'nın rüyâsısın, çok yıldızlı bir gece...
Bir Cennetsin ki Ey Yâr, keşke bir diyebilsem.
Dilimi düğümleyen bir hece vardır ki:"Sen"...
Züleyhâ, Leylâ, Şirin, hepsi Sen'den tecellî...
Ferhâd su diye Sen'i aramış dağ içinde...
Sensiz bir sarayda cân, Yûsuf ancak tesellî...
Var mı bir Gül Sen gibi, Firdevsî bağ içinde?...
Belki de Sen'den öte, hayal dünyâ, ne belli?...
Şal içinde saçların, Uçmağ, Uçmağ içinde...
Gözlerin ayan-beyân, Bir Allâh'ın delîli...
Züleyhâ, Leylâ, Şirin, hepsi Sen'den tecellî...
Bu dilsiz manzûmede, Sen'i yazmak, cehâlet...
Sen ezelde bilinen, unutulan o dilsin...
Sen'i yazmak, her defâ utandığım cesâret...
Dünyâ alfabesiyle söylenen söz değilsin...
Ne benim kudretim var, ne kalemde kerâmet...
Sensizlik ehli gönlüm, haddi mi Sen'i bilsin?...
"Sensizlik" derken bile, "Sen" demek de saâdet...
Bu dilsiz manzûmede, Sen'i yazmak, cehâlet...
Aczimi affet Gülüm, bu bir kul hediyesi...
Baharlar Sultânı'na, bir çölün methiyesi...
Ferhad Fani

GÜL MEVLİDİ
Bembeyaz bir sabâhın, elleri değdi yere,
Gündoğumu küstüğü, seherlerle barıştı...
Nûr indi mâsivâya, son kere, sonsuz kere...
Son ve sonsuz ilk defâ birbiriyle karıştı,
Bir bebek sesiyle Hakk, duyuldu birdenbire,
Doğumun yüzyirmidörtbin kere yakarıştı...
Âlemlerin İmâmı, kadem bastı minbere,
Bir bebek sesiyle Hakk, duyuldu birdenbire...
Bir Yetim, yetimlerin asırlardır duâsı...
Âmine'nin koynunda uyur Müntehâ Gülü,
Yûsuf'un da Yûsuf'u, Leylâ'nın da Leylâ'sı...
Tevhîd'in Muallimi, Hakîkat'in Bülbülü,
Bir Yağmur'la ruhları, sardı Rahmet vahâsı...
Cemre cemre yeşerdi, kurak dünyânın çölü,
Onsekizbin âlemin Muhammed Mustafâ'sı...
Yûsuf'un da Yûsuf'u, Leylâ'nın da Leylâ'sı...
Öperlerdi her gece yıldızlar yanağından,
Avuçlarına bir "âh" kondururdu samyeli,
İlkbahar süzülürdü, Nilüfer Dudağın'dan,
Cibrîl'in kanadında, Sen uyurken Sevgili,
"Gel" diyen bir inilti koptu Hira Dağı'ndan...
Ölmek için süslenen kızların mâsum eli-
Tutundular hep Sen'in elinden, ayağından...
"Gel" diyen bir inilti koptu Hira Dağı'ndan...
Kırk yaşında bir çocuk, doğduğu kadar temiz...
Günâhın hayâli de dokunmamış rûhuna...
Damlası denizleri arındıran bir Deniz...
Susması, konuşması, hepsi Allah Aşkı'na...
Şâhımız, Sultânımız, Cânımız, Efendimiz...
Bir İftihar Yıldızı, beşeriyyet ufkuna...
Ey bizim mahşer günü Huzûrumuz, Gölgemiz...
Şâhımız, Sultânımız, Cânımız, Efendimiz...
Fâni Bâbusselâm'a, gönlü bağlı bende'dir,
Hep Seninle, hep Sen'in, hep Seninle, hep Sen'in...
Bir kuru ten varlığım, rûh-u cânım Sen'dedir...
Cennetimdir Sevgili, Senin Şehrin, gülşenin...
Gönlüm Yâr Sarayı'nda, vücûdum mahzendedir...
Ben dilsiz meddâhıyım, Muhammedî Ülke'nin...
Dâimâ ben Yâr'dayım, dâimâ Yâr ben'dedir...
Fâni Bâbusselâm'a gönlü bağlı bende'dir...
11 Rabî'ul-Evvel 1442
Ferhâd Fânî

RABBİM'E İLÂN-I AŞK...

Ey Geceyi en siyah deminde Aydınlatan,
Sana secde etmemek, hangi alnın kârıdır ?...
Ey bülbülün Refîk'i, Ey Güldüren, Ağlatan,
Âh bu yandığım koku ... Hira'nın rüzgârıdır...
Kâğıttan bir sandalım, beni Deryâ'na çektin,
Nûrunun büyüttüğü, bir yetimdir ışığım...
Bırakmadın çorakta, kendi bahçene diktin,
Rabbim Sana âşığım... Rabbim Sana âşığım...
Aynamın sırrı Sen'sin, irâdemin zinciri,
Zindanımı her gece donattın sofralarla,
Heybesiyle gelince kullarının her biri,
Ben Sana varacağım, açtığın yaralarla ...
Nefsim kapında bağlı, susturdun bir nazarla,
Uykusuzken dinlenip, açlıkla doymaktadır...
Sakın darılma benden, susma, susma, azarla...
Gönlüm zılgıt yedikçe, iltifat saymaktadır ...
Ferhad'ın Sana geldi, yakışmış mı ridâsı ?...
Kabul edilmesem de, ayrılmam buracıktan,
Sığındı Sultânı'na, beceriksiz gedâsı,
Esirger mi Pâdişâh, affını bir çocuktan ?!...
Ferhâd Fânî

MEDÎNE'DE SABAH...

*
Fecrin altın saçları, savrulunca Ravza'da,
Uyanır Nur dehrine, kâinat bir lâhzada...
Gecenin mavi şalı, düşer omuzlarından,
Güllerin en kırmızı ve en beyazlarından-
İner göklerden yere, "Essalâtu Vesselâm"...
Güneş nur topu gibi gül doğurur, Vesselâm...
Yıldızların zikrini, bülbüller devralınca,
Sütun sütun bir kıyam, gölgeler doğrulunca,
Susuz kuşlar Ravza'nın ezânıyla beslenir,
Gökyüzü Medîne'nin sesiyle abdestlenir...
Bir uğultu, uğultu, melek-insan farkı yok...
Cennet, besbelli Cennet, keder, kaygı, korku yok...
Baharın süründüğü bir koku, nefes nefes,
Rüzgârı koşturmada, peşinden heves-güves...
Bir koku, sağ elinden süzülür Peygamber'in,
Gülleri, nergisleri dizilir Peygamber'in...
"Rahmeten lil'âlemîn"deki "Rahmet" bu koku,
Her nimeti bir yana, asl-ı Cennet bu koku...
Sûreten ve zâhiren, işte Aşk bu, işte Aşk!...
Yeşil Kubbe'yi seyret, bin kez ilk görüşte Aşk...
Bembeyaz bir avluda, Sevgili'yle göz göze,
Ah O'nun leyl gözleri, nisbet eyler gündüze...
An gibi mahşere dek, öylece kalmak huzûr...
Gözleri girdâbına, her nazar dalmak huzûr...
Gül şakır, bülbül şakır, şiirin sermest başı,
Bir satırın bin kelâm, binbir âyet yoldaşı...
Secde secde süslenen diz dize Can Sohbeti,
Melekler imrendiren, kavl-i Sultan sohbeti...
Harem'de mahrem gönül, Sâhib'in ashâbıdır...
Kâbe arzın mihrabı, Aşk göğün mihrâbıdır...
Açılıp kalp gözleri, Rabb'i dâim seyreder,
Seyrederken bilse bir, kalpleri Kim seyreder?...
Ayna nâzır aynaya, Sen'de Hakk'tır, Hakk'ta Sen,
O bakmaz mı hiç Sana, O'na hayran bak da Sen...
Bir düğün alayıdır, her sabah Medîne'de,
Şeb-i ârus fecridir, intibah Medîne'de...
Gözyaşları niyazdır, tebessüm de niyazdır,
Yâr ile sarmaş-dolaş uyku dâhî namazdır...
Her dem Asr-ı Saadet, her günü bayram günü,
Müntehâ sofrasından, başka bir ikram günü...
Hicaz'dan esti rüzgâr, bülbülü mest eyledi,
Sustu can, sustu zaman, sözü Ravza söyledi...
Ferhad Fânî