Adalet. Kuşatıcı bir erdemin adı. Takdire ve itibara şayan tüm huy ve davranışların muhteviyatında olan değer. Eksik bir tanımlama da olsa kimi zaman eşitlik, kimi zaman da ölçülülük, düzen, denge, ılımlı olma, orta yol manalarına gelen vazgeçilmez ihtiyaç. Adalet, aynı zamanda zulüm kavramının zıttı olarak, aslında bir şeyi ya da hakkı yerli yerine, ait olduğu yere, doğal alanına koymak anlamı taşır. Onun özellikle de bu karşılığı, gerek bireysel gerekse toplumsal hayat dengemizin sağlanmasında işlevsel bir rol oynar. Öyle bir fazilet ki bu, toplumun gerginliğini alıp, umuduna umut katar, can verir, diri tutar. Lakin bu kavramı sadece bireyler arasında ya da birey ile devlet arasındaki ilişkiler bazında ele almak, hakkın tam anlamıyla tahakkukuna engel olmaktır. Zira âlemin bütün işleyişinde, bozulan nizamın tekrardan tesisinde etkin olan adalet, sadece zulümden canı yanan mazlumun hukukunu korumak değil; aynı zamanda insanın kendini tanımasının, fıtrata dönüşün, yaradılış hakikatini idrakin ve kemalâtın da karşılığıdır. Yani adil olma mesuliyetimiz, ilk başta tüm acziyetimizle yegâne kulluk edilecek Rabbimize olan inancımızın, hakkıyla teslimi anlamına gelen tevhid ile başlar. Diğer bir ifadeyle en muhteşem ahenk, en hassas denge, kesretten vahdete varmaktır. Bu mesuliyet, insanoğlunun kendisine karşı adil olması ile devam eder. Sonra da ailemize, akrabaya, dostlara ve tüm insanlığa. Kendinden başkasına adil olabilmenin yolu, kendine adil olmaktan geçer. İçtimai hayatımızda zulüm eşiğimiz yükseldiği için, zalim kavramını yalnızca savaşa özgü bir kavram olarak kullanıyoruz. Kadın, çocuk, yaşlı demeden katletmeyi, yuvaları bombalar altında söndürmeyi, aç ve susuz bir hayata terk edip perişan etmeyi, elinde sapan olan minik yavruya tank namlusu ile karşılık vermeyi görüyoruz zulüm olarak. Hâlbuki bir şeyi ona ait olmayan yere koymanın, belirlenmiş sınırları çiğnemenin, haktan bâtıla en ufak bir sapmanın, kendi hak alanının dışına çıkmanın karşılığının da zulüm olduğunu ihmal ediyor, görmezden geliyoruz. Zulümken, zulüm olarak görmediğimiz bu tür fiilleri günlük hayatımızda ne kadar da çok icra ediyoruz. Gidilmesi gereken yerlere gitmeyerek, bakılması gereken yere bakmayarak, durulması gereken yerde durmayarak, gönülden çıkarılması gerekenleri çıkarmayarak ya da kalbe koyulması gerekenleri koymayarak ne büyük adaletsizlikler oluyor kendi iç dünyamızda… Bir mülkiyet paylaşımında, paylaşılacak olan ayni ya da nakdi değerin hissedarlar arasındaki ölçülü dağılımından önce, bahsedilmesi gereken asıl adalet, o mülkün gerçek sahibinin Malikü'l-mülk olan bütün varlık âleminin tek hâkimi, Allah (cc) olduğunu bilmek değil midir? Bir muhtaca yardım eli uzatan zenginin kendisine karşı olan adaleti, bu ikramın ancak ve ancak ihsanı bol ve karşılıksız veren Rabbinden geldiğine ya da O’nun izniyle tasarruf edebildiğine iman etmesiyle gerçekleşmez mi? Önünde aşılması zor engeller olan bir kulun, etrafında destekçisi olarak gördüğü onca insandan önce tevekkül edenlerin işlerini en iyi neticeye ulaştıran Yaradan’ı vekil olarak tayin etmesi, yerli yerine koymak değil midir? Anmayı unutup ara verdiğimiz her saniye ziyan değil midir? Gereksiz ve fayda vermeyen nefsani tüm şeylerin aklımızı işgal etmesi, Rahman ve Rahim olan Rabbimizi anmakla tatmin olan kalbe karşı yapılan en büyük adaletsizliğimiz değil mi? Boğazdan geçen haram lokmayı hak etmediği yer olan mideye koymak zulümken, Rezzak olana sığınıp, zulmet yerine açlığa sabretmek değil midir adalet? O’nun varlığını gösteren kâinatı temaşa etmek, hakikatleri görüp ibret almak, doğru olanı kavramak için verilen göz nimetini, nazargâh-ı ilahi olan gönlü harap etmek için kullanmak, göze zulüm değil de nedir? Erenlerin göz görür, gönül ister; göz bakar, gönül akar deyişlerinin altında yatan mana, gözü haram bakışlardan uzak tutup, gönlü imar etmek değil midir? Elbette öyledir. Zira gözün iffeti kalbin selameti içindir. Hâsılı bahşedilen her kuvvenin, her azanın yaradılışa uygun olarak kullanılmasıdır adalet. Güttüğün maksatta, talip olduğun rızada, duyduğun muhabbette, terbiye etmeye çalıştığın şeyde gizlidir adalet. Bu nedenledir ki, sadece adliye koridorlarında aranan bir erdem değil; tek başına kaldığımızda bir seccade başında, derin bir tefekkürle her şeyden önce kendi içimizde tesis etmemiz gereken bir değerdir adalet. Kendine karşı adil olma gayreti, insana farkındalıklarını artırmada, hatalarından dönebilme ehliyeti sağlamada, duygularını kontrol ederek sorunlarını etkin bir şekilde çözmede de yardımcı olur. Zira zalim olmaya sevk eden tüm nefsani arzulardan uzak olmanın yolu da, güzel bir usul ile esasa kavuşabilmenin anahtarı da ne zaman, nerede, nasıl, ve niçin hareket etmen gerektiğini bilmektir. Tüm bu soruların doğru cevabı, kendini bilmektir, kendini bilmek en güzel ahenktir, bu ahenk de adalettir. Kendimize adil davranabilmek duası ile..
19.12.2020
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet HATİPOĞLU