Sünbül Sinan

Osmanlılar zamanında İstanbul’da yetişen evliyanın büyüklerinden Zenûyddin lakablı Yusuf Bin Ali’dir. Dedesine Kaya Bey derlerdi. Zeynûddin lakabıyla birlikte Sinânuddîn lakabıyla da bilinir. Fakat Sünbül Sinan adıyla ün salmıştır. Halvetiye tarîkatı kollarından Sünbüliye’nin kurucusudur.

Sünbül Sinan 1451 yılında Merzifon’da doğdu ve 1529’da İstanbul’da vefat etti. İlk öğrenimini Isparta’nın Borlu Kasabasında yaptı. Daha sonra İstanbul’a giderek Fatih Sultan Mehmet Han ve Sultan İkinci Bayezid Han devrinin meşhur, alim ve evliyası olan Efdalzâde Hamidüdîin Efendi’den ders aldı . Medresede okurken tarikatların ve sûfilerin aleyhinde olduğu söylenir. Bir tesadüf sonucu Çelebi Halîfe ismi ile şöhret bulan Koca Mustafa Paşa Cami’nde irşat ile meşgul olan Cemal-i Halveti (Muhammed Cemaleddin) ile tanıştı ve Sultan İkinci Bayezid Han’ın da hocası olan Çelebi Halife’nin huzuruna gidip talebesi olmak istediğini bildirdi. İsteği kabul edilince Sünbül Sinan ilim öğrenmeye feyiz ve teveccühlerine kavuşarak kemale ermeye, olgunlaşmaya başladı.

Sünbül Sinan bir gece rüyasında insanların su almak için bir kuyunun başında toplandıklarını gördü. Kuyunun suyu kıttı ve çok derindeydi. Sünbül Sinan kuyuya yaklaşınca birden kuyunun suyu çoğaldı ve çağıldayarak akmaya başladı. Hem kendisi hem de yanındakiler bundan istifade etti. Ertesi gün bu rüyayı Çelebi Halîfe’ye anlattı. O da “Ey Sinan! Senin kalbin Allahü Teâla’nın muhabbetiyle doludur.” diyerek kendi feyiz ve ilmi konulardaki birikimini Sünbül Sinan’a aktardı. O’nu halifesi olacak şekilde yetiştirdi. Bu bilgileri pekiştirmesi için de Mısır’a gönderdi.

Sünbül Sinan da Mısır halkına Ehl-i Sünnet itikadını bildirmek, Allahü Teâla’nın emir ve yasaklarını öğretmek üzere emredilen yere gitti. Mısır hükümdarı Kaçmaz Sultan, Sünbül Sinan Hazretlerine büyük bir hürmet gösterdi. Kendi yaptırdığı camide halkı irşad etme vazifesi verdi, Mısır uleması ve evliyası Sünbül Sinan’ın yaptığı sohbetlerden O’nun büyük bir alim ve evliya olduğunu anladılar. İlmine hayran kaldılar. Kuran-ı Kerim’e Sünnet-i Seniyye’ye olan bağlılığına alimlerin içtihatlarına uymaktaki gayretlerini pek beğendiler. Bu sebeple ona saygı ve hürmette kusur etmemeye azami gayret gösterdiler.

Sünbül Sinan Mısır’da dinin emir ve yasaklarını üç yıl boyunca insanlara anlatıp Allahü Teala’nın kendisine ihsan ettiği feyiz ve bereketlerden onların da yararlanmasını sağladı. Bu asırda hocası Çelebi Halîfe hacca gidiyordu ve Sünbül Sinan'ın da kendisine eşlik etmesini istemişti. Padişahın da iznini alıp “Kim bilir bu yolculukta ne hikmetler gizlidir.” diyerek Mısırlılarla helalleşip yola çıkar. Mekke-i Mükerreme'ye vardığında İstanbul’dan gelen hacılardan Çelebi Halîfe’nin vefat ettiğini öğrenir. Bir de vasiyeti olduğunu ve “Bu vasiyeti Sünbül Sinan’a veriniz.” diye emrettiğini öğrenir. Vasiyette ilk olarak kendisinin Kabe-i Muazzama'ya gidecek hacıların yolu üzerinde defnedilmesini; ikinci olarak Sünbül Sinan’ın İstanbul’a gidip Koca Mustafa Dergahı'nda talebelere ders vermeye başlamasını, son olarak da Sünbül Sinan’dan kızı Safiye Hatun ile evlenmesini istiyordu. Daha önce giden hacılar tarafından Çelebi Halîfe’nin vefat ettiği ve Sünbül Sinan Efendi'yi yerine halife bıraktığı haberi İstanbul’a yayılmıştı. Sünbül Sinan burada talebelerini yetiştirebilmek için elinden geleni yaptı. Çok dikkat ve itina gösterdi. Huzuruna gelip gideni boş göndermezdi. Talebeleri tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Talebeleri içinden Merkez Efendi'yi çok severdi. Ona kızını vererek damadı yaptı.

Sünbül Sinan, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim Han ile ilgili bir olayda Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlup ettikten sonra Mısır’ı fethedip edemeyeceği konusundaki şüphelerini gidermişti. Yavuz Sultan Selim Han, yanına vardığı anda daha derdini söylemeden Sünbül Sinan “Ey muzaffer sultan! İnşallahü Teala Cenab-ı Hak Mısır’ın fethini sana müyesser edecektir. Allahü Teala’nın bütün sevdikleri seninle beraberdir.” diyerek Yavuz Sultan Selim’i müjdelemiştir.

1529’da Muharrem ayının ikinci pazartesi günü vefat edeceğini anlayan Sünbül Sinan hazretleri dostlarıyla ve talebeleriyle vedalaştı, helalleşti. Talebeleri başında Yasin-i Şerîf süresini okudular. Sünbül Sinan Efendi, son nefesinde Kelime-i Şahadet getirerek vefat etti. Öldüğünde seksen yaşındaydı. Kabrini Koca Mustafa Paşa’daki dergahının ortasına kazdılar. Cenazesini Fatih Cami’sine getirdiler. Alimler, veliler, devlet erkanı ve binlerce İstanbullu cenaze namazını Şeyhülislam Ahmet İbn-i Paşa’nın imametinde kıldılar. Sonra mevcut olan türbesine defnettiler. Sünbül Sinan’ın Sünbûli tarîkatının usul ve erkanı hakkında yazdığı “Risalet’ül Etvar” adlı eseri ve “Risâle-i Tahkikiyye” adlı eseri vardır.

Sümbül Sinan Efendi Hazretleri ile ilgili birçok menkıbe anlatılmaktadır.

Bunlardan biri şöyledir: Maksud Dede anlatıyor:

"Tokat'ta sanat ehli bir kimse idim. Kendi işimle uğraşır, kimsenin işine karışmazdım. Bir Cuma günü Tokatlılar acele ile büyük Cami’ye doğru koşu­yorlardı, içlerinden birine: "Böyle hızlı hızlı gitmenizin sebebi nedir?" diye sordum. "Bu gün büyük bir velinin camide vaaz edeceğini duyduk. Onun için acele ediyoruz" dedi. Ben de hemen hazırlığımı yapıp camiye koştum. Bu mü­barek zatın nasihatleri kalbime öyle tesir etti ki, o andan itibaren talebesi olma­ya karar verdim.

Vaazından sonra yanına yaklaştım, elini öptüm ve: "Efendim! Zat-ı âlimizin talebesi olarak şereflenmek istiyorum. Lütfen kabul buyurmanızı istirham ediyorum'" dedim. Bana: "Seni yetiştirecek bir veli, daha bu ilmi öğretmeye başlamadı" buyurdu. Yanından ayrıldıktan sonra etraftakilere: "Bu zatın adı nedir?" diye sordum. "Molla Habib’dir" dediler.

Aradan on beş yıl geçti. İstanbul'a gittim. İs­tanbul'da çeşitli yerlerde on beş yıl daha çalıştım. Bir Cuma günü Ayasofya Camii'ne gitmiştim. Biri vaaz ediyordu. Sözlerinden çok etkilendim. Kalbim­den geçen pek çok suallerimi cevaplandırdı. Onu dinlemekle bütün endişele­rimden kurtuldum. Kalbimi bir nurun doldurduğunu hissettim. Çevremdekilere: "Bu vaazı kim yapıyor?" diye sorunca: "Sümbül Sinan Hazretleri" dediler.

Vaaz bitince hoca efendinin huzuruna varıp mübarek elini öptüm. Daha bir şey söylemeden: "Tokat'ta Molla Habib'in eline yapıştığın zaman, onun sana söyledikleri­ni hatırlıyor musun?" diye sordu. O anda hayretten dona kaldım. Bundan tam otuz yıl öncesini soruyordu. "Efendim, bunu size kim söyledi?" diye sordum. O da: "Allah yolunda olanlara bunları bilmek güç değildir. Fakat asıl maksat Allahü Teala'nın rızasına kavuşmaktır" buyurdu. Beni talebeliğe kabul etti. Kı­sa zamanda teveccühlerine kavuşup halifesi olmakla şereflendim.

Beni, Rume­li'ye göndererek, insanlara dini öğretmekle vazifelendirdi. Oradaki insanlara Sümbülî tarikatını öğretecek, hak yolu bildirecektim. Hazırlığımı yaparak Hay­rabolu kasabasına gittim. Camiye gidip iki rekât namaz kıldıktan sonra, camiye bir genç girdi ve: "Hoş geldiniz, safalar getirdiniz Maksud Dede!" deyiverdi. Hayret etmiştim. Burası ilk geldiğim bir yerdi. Beni nereden tanıyordu. Sordum: "Ey delikanlı! Adımın Maksud olduğunu nereden biliyorsun?" dedim. Cevap olarak: "Ben aslında iyi bir kimsenin oğlu idim. Babam vefat ettiğinde küçük­tüm. Birkaç arkadaşımla Allahü Teala'nın zatına ve sıfatına ait ilimlerde bilgi sahibi olmak için seyahate çıkmak istedik. O sırada babamın arkadaşlarından biri bana nasihat etti ve bu iş için istihare yapmamı tavsiye etti. O gün istihare namazı kıldım ve dua ettim. Yattıktan sonra rüyamda, nur yüzlü bir ihtiyar gördüm. Bana: "Filan gün camiye şu kıyafette bir kimse gelecektir. Adı Maksud Dede'dir. Ona yardımcı ol, emrine uygun hareket et" diye buyurdu. Bu sebeple buraya geldim. Bütün emirlerinize amadeyim" dedi. "Rüyada gördüğün nur yüzlü kimseyi bana tarif edebilir misin?" dedim. Tarif etti, aynen hocam Sümbül Sinan'ın şemailine uyuyordu. Meğer o gece rüyada, o gence benim geleceğimi bildiren hocam Sümbül Sinan Efendi Haz­retleri’ymiş."

*Muslu İlhan, Sümbül efendi kimdir, Ortadoğu Gazetesi
*İstanbul’da Bir Merzifonlu Maneviyat Sultanı, İslam Âlimleri Ans. C.14. s.331-334

Fotoğraflar