Çok ince bir işçiliğin ürünü olan Hasan 2. Camii’nin üzeri açılabilir konumda inşa edilmiş. İki katlı cami Fas’ın karakteristik özelliklerini barındırıyor. Yapımı on üç yılda tamamlanan cami tabiî sahilde değil, sun’î platform üzerinde inşa edilmiş ve tam anlamıyla suyun üstünde duruyor. Caminin zemini yüksek mukavemetli camdan yapılmıştır, böylece ziyaretçilerin okyanusun dalgalarını ve sualtı sakinlerini görebilme imkânı oluyor.
Tarih boyunca şehri kuran, manevi hayatına yön veren ve kimlik kazandıran temel unsur olarak mabet, yalnızca mimari anlam ve bütünlüğe sahip bir yapı değil, şehrin temel dinamiği olmakla bir sembolizm de içerir. II. Hasan Camii, Kral II. Hasan tarafından ülkenin en işlek limanı olan Darülbeyza’ya, İslam coğrafyasının en batısı konumundaki uç noktasına, Atlas Okyanusu kıyısına, Fransız himayesinden sıyrılmış millî bir irade ile Fas topraklarındaki İslam hâkimiyetinin simgesi olarak yaptırılmıştır. II. Hasan’ın “…O’nun arşı su üzerindeydi…” (Hud, 11/7.) ayetinden ilham alarak tasarlattığı, “kıyamete kadar şeref duyulacak, Yaratanı, muhkem yerden göğe bakarak, cennetini ve okyanuslarını düşünerek ibadet edilecek” sözleriyle hayal ettiği bu benzersiz cami, 1986-1993 yılları arasında inşa edilmiştir. 1993 yılının Mevlid-i Nebi gününde coşkun bir kalabalıkla ibadete açılan mabet, dünya medyasına “İslam’ın yeni feneri” manşetleriyle taşınmıştır. II. Hasan’ın inşa esnasında Hz. Peygamber’in “Kim Allah rızası için bir mescit yaparsa Allah da ona cennette onun gibi bir ev yapar.” (Müslim, Mesacid, 24.) hadisine sıklıkla vurgu yapmasının yanı sıra, 1986’da Fransa’nın desteğiyle Fildişi Sahili’nde Afrika’nın en büyük katedralinin yapılacağından haberdar olması, ekonomik güçlükler içerisindeki ülkenin bu devasa yapının maliyeti problemini öteleyebilecek ve anlamlandıracak diğer bir gerekçesini oluşturmuş olmalıdır.
İnşa edildiği dönemde Afrika’nın en büyük camisi olan, doğal kara çıkıntısının birbirine bağlanıp dolguyla bir platform oluşturularak dörtte üçü okyanus üzerinde olmakla yaklaşık dokuz hektarlık bir alana oturan, su üzerinde âdeta “yüzen” II. Hasan Camii, konum, tasarım, kullanım ve estetik değeriyle yeryüzü mescitlerinin abidevi bir örneğidir. Fas’ın geleneksel mimarisi ve kültürel zenginliğinden ilham alan Fransız mimar Michel Pinseau tarafından tasarlanan, Muvahhid, Murabıt, Merini, Endülüs ve modern dönem mimarisinin mükemmel bir imtizacı olarak karşımıza çıkan II. Hasan Camii, mimari elemanların tezyinî hususiyet kazanarak binanın bütün süslemesine temel teşkil ettiği anlayışın bir örneğini oluşturur. Beton ve mermerden yapılmış dış cephe, titanyumdan mamul devasa kapılar ve pencereler artık sadece bir unsur değil, birer sanat eseridir. Mermer, granit ve sedir ağacı gibi temel sarf malzemelerinin neredeyse tamamı Fas kökenlidir, ihtişamlı avizeler ve beyaz granitler ise Venedik’ten ithal edilmiştir.
İlk safta namaz kılmanın faziletine atıfla 200 x 100 metre boyutlarıyla enine uzun inşa edilen cami, 60 metre yüksekliğe sahip olup mihrap duvarına dik üç sahndan oluşur. Yetmiş yedi mermer sütun üzerinde yükselen ve ibadet merkezini oluşturan bu alanda diğerlerinden daha geniş olan orta sahn kırk metre, yan sahnlar ise yirmi yedi metre yüksekliğindedir. Merkezî alanın her iki tarafında ahşap asma katlarla oluşturulmuş kadınlar mahfili bulunur. Kubbenin yerini geleneksel Fas seramik karolarından daha güçlü ancak oldukça hafif, yeşil renkli dökme alüminyum kiremitlerle kaplanan, gün ışığında ya da bulutsuz akşamlarda yıldızlar altında ibadete olanak sağlamak için istenildiği takdirde beş dakika içinde açılabilen üç bin dört yüz metrekare genişliğinde, yaklaşık bin ton ağırlığında bir çatı almıştır. Zemin ağırlıklı olarak mermer ve granitle döşenmiş, okyanus üzerindeki platformun bir kısmı ise umuma kapalı ve kraliyete mahsus olarak, ibadet edenlerin okyanusu görebileceği şekilde camdan yapılmıştır. Caminin on metreye ulaşan okyanus dalgalarından zarar görmemesi için iki dev dalgakıran inşa edilmiş, temele sirayet eden suyun temizliğini sağlamak için şehrin kanalizasyon şebekesi yeniden düzenlenmiştir.
İç mekân, avlu ve minarenin temel bezeme ögesini bir mozaik tarzı olan, yeşil ve turkuaz ağırlığı göze çarpan, çiçek ya da çokgen geometrik şekilli zelicler oluşturur. Tavanların ahşap oyma örtü sistemlerindeki zengin boya ve kakma unsurlar, dış ve iç cephede yoğunlukla görülen oyma stükolar ile at nalı kemerler, renk münavebesiyle döşenmiş mermer zeminler, mermer sütunları birbirine bağlayan çok dilimli kemerler, mukarnasın tezyinî eleman olarak hâkim olduğu yapıyı abidevi bir hâle getirmiştir. 210 metre yüksekliği ile inşa edildiği dönemde dünyanın en yüksek minaresi unvanını taşıyan kare kaideli minare, yapı, bezeme ve ihtişamıyla geleneksel Mağrib mimarisinin izlerini taşır. Sahile otuz kilometre kala okyanustan ve dahi bütün şehirden görülen bu devasa minarenin alemi otuz ton ağırlığındadır. Depreme ve rüzgâra dayanıklılığını sağlamak için modern teknolojinin bütün imkânlarının seferber edildiği minarenin uç noktasından geceleri yansıtılan lazer ışınları, otuz kilometreye kadar kıble yönünü aydınlatır. Binlerce işçi, zanaatkâr ve sanatkârın el izleri, ülkenin her bir köşesinden Müslümanların katkı ve dualarıyla inşa edilen II. Hasan Camii, iç mekânda yirmi beş bin, dış mekânda ise seksen bin kişinin aynı anda ibadet edebildiği merkezî alanının dışında, yaklaşık beş bin metrekare alana sahip yarım daire tasarımlı medresesi, konferans salonları, geniş kütüphanesi, müzesi, avluda bulunan kırk bir çeşmesi, estetik tasarımlarıyla öne çıkan abdesthane ve hamamları ile bir mabet olmanın yanı sıra öğrenme, toplanma ve kaynaşma mekânı olarak toplumun bütün ihtiyaçlarına cevap veren bir külliye vasfını taşımaktadır. (Renata Holod, Hasan-Uddin Khan, The Mosque and the Modern World, s. 55-63; Khan, “Identity, Authenticity and Power: The Mosque of Hassan II”, s. 8-9; Jennifer Roberson, “The Changing Face of Morocco under King Hassan II”, Mediterranean Studies, s. 57-87.)
Cami mimarisinde klasik formlardan kaçınmanın oldukça zor olduğu savına dayanan tarihselci mimari anlayışa göre, II. Hasan Camii bir tarihselci cami olarak tanımlansa da özellikle mabetler/mescitler geleneksel mimarisi ile küreselleşme ve hızlı şehircilik nedeniyle kimliğini kaybeden şehirlere/yapılara mukabil, tarihe, o toprakların değerlerine dair bir anımsatma, bir hafıza, bir zihniyet temessülü de içerir: Toprakları üzerinden, Fenikelilerin, Romalıların ve Bizans’ın geçtiği Mağrib-i Aksa’yı/ Fas’ı fetheden Ifrîkiye valisi Ukbe b. Nâfi‘, Kuzey Afrika’nın fethini tamamlayıp da karanın sonunda Atlas Okyanusuyla karşılaşınca kıyıdan şöyle seslenir: “Rabbim! Eğer şu deniz olmasaydı küfür ehliyle savaşmak için Zülkarneyn’in yaptığı gibi nice ülkeler fethederdim.” (İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib fî ahbâri’l-Endelüs ve’l-Mağrib, I, s. 27.) Kazablanka’yı/Darülbeyza’yı İslam’a boyamak isteyen Sidi Muhammed b. Abdullah Bulvarı karşısında bir okyanus murabıtı olarak II. Hasan Camii, devasa minaresinden yükselen ezanlarla, İslam’ın bir alemi hüviyetiyle gönülleri fethederek Ukbe b. Nâfi‘in ruhuna Fatihalar okutmaktadır.