Duyu organlarımızla algılayabildiğimiz ya da gayb aleminde olup idrak edemediğimiz her şeyin yegâne yaratıcısı Allah’tır. Müslüman, her şeyi var edenin Allah oluşundan hareketle, O’nun sonsuz kudret ve azamet sahibini olduğunu, her türlü eksiklikten münezzeh olduğuna şüpheye yer vermeden iman eder. Bir başka ifadeyle, İslam’la müşerref olan mümin, Allah’ın varlığına, birliğine, eşi ve ortağı olmadığına ve O’nun getirdiği her şeye kuşkusuz iman edendir.
Nitekim atamız İbrâhim peygambere bildirilen hanîf inancında ana unsur “tevhid” ilkesi olmuştur. “Halbuki onlara, Allah’a kulluk etmeleri, Hanîfler olarak O’na yürekten inanıp boyun eğmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmişti. Doğru din de işte budur.” (Beyyine, 98/5) “De ki: “Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, Hanîf olan İbrâhim’in dinine uyunuz. O müşriklerden değildi.” (Âl-i İmrân, 3/95) gibi ayetlerde beyan edildiği üzere Hz. İbrâhim’e bildirilmiş olan ve bütün nebîler tarafından benimsenip tebliğ edilmiş ilâhî ve değişmez hükümlerin temelinde tevhid akîdesi yer almaktadır. Dolayısıyla tevhid, inancın özü, kulluğun bilincidir. Bu hususta belirtmek gerekir ki, düalist vb. anlayış ve akımlar İslam’ın inanç ahlâkıyla asla bağdaşmaz. Ayrıca Allah’a olan kulluk borcumuzu yerine getirmek, verdiği rızıklarına şükretmek, her halimize rıza göstermek Allah’a olan imanımızın bir gereğidir.
Allah’a gönülden iman eden bir mümin, sadece kavlî olarak değil, imanla birlikte salih ameller ile hayatını tezyin eder. Yani imanın gereği olan davranışlarda bulunur. Bunun neticesinde Allah, kendisine iman edip salih amellerde bulunanlara cennet nimetleriyle selfiraz olma bahtiyarlığı vadetmektedir (Meryem, 19/60-61; Hac, 22/14).