Âhiret inancı, insanın öldükten sonra tekrar dirileceğine ve dünyada yapıp ettiklerinin hesaba çekileceğine inanmaktır. İslâm inancının Allah, peygamber, âhiret unsurundan birini teşkil eden âhiret inancı, her şeyden önce kişide sorumluluk duygusu meydana getirmektedir. Bu açıdan bakıldığında ahiret inancı hem ahlâkî hem hukukî müeyyide olmaktadır.
İslâmi anlayışa göre dünyadan tamamen soyutlanmak kabul görmemiştir. Zira mümin, dünya ve âhiret arasındaki dengeyi iyi kurmalıdır. Bu dengeyi kurarken de “Allah’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma!” (Kasas 28/77) emrini kendine referans almalıdır.
Ayrıca insan yaratılışı gereği yani fıtrî bir olgu olarak dünyaya aşırı meyleder ve dünya kendisine cazibeli görünür. Makam, şöhret, servet, mevkii vb. geçici ihtiraslar bu cazibeyi körükleyen etkenlerden sadece birkaçıdır. Meseleye Kur’ân’ın ışığında bakıldığında âhireti reddeden anlayışların temelinde “dünyevîleşme” mefhumu yatmaktadır.
Pek çok âyette Allah’a imanla âhirete imanın beraber zikredildiği görülür. Âhireti reddedenlerin Allah’ı da inkâr durumuna düştükleri beyan edilir (Nisâ 4/38; Ra‘d 13/5). Peygamberlere iman başlığında temas ettiğimiz gibi âhirete iman mevzusunda da durum paralellik arz etmektedir. Dolasıyla imanın merkezinde Allah inancı yer almaktadır. Allah’a imanın gerektirdiği diğer beş esasa da riayet etmek son derece ehemmiyetlidir.