Meryem DALĞIÇ

DİB Başkanlık Vaizi

Yüce Allah, kullarına rahmeti gereği nice elçiler göndermiş, Allah’ın elçileri gönderildikleri toplumu tevhid inancına davet etmiştir. Şuayb (a.s.) da Kur’an’da adı on bir defa zikredilen ve tevhid mücadelesinin anlatıldığı peygamberlerden biridir. O, “Allah’ım! Beni milletim (şa’bi) içinde mübarek kıl.” diyerek dua etmiş ve bu sebeple kendisine “Şuayb” ismi verilmiş, ayrıca kendisine “hatîbü’l-enbiyâ” da denilmiştir. Zira o, kavmine tebliğinde yumuşak, güzel ve etkili bir hitapla seslenirdi. (DİA, Şuayb, XXXIX, 222.) Hz. Şuayb’ın nesebi konusunda iki görüş vardır. İlk görüşe göre o, Hz. İbrahim’in soyundandır. İkinci görüşe göre de Şuayb (a.s.) Hz. Lut’un neslindendir. (Taberi, Tarih, I, 327.) Yaşadığı coğrafya Hicaz’ın kuzeybatı bölgesidir. Hz. Şuayb Medyen ve Eyke halkına peygamber olarak gönderilmişti. (Araf, 7/85; Şuara, 26/177.)

Yeşillikler içinde iki belde: Medyen ve Eyke

Medyen ve Eyke ticaretle uğraşan iki komşu beldeydi. Her ikisi de dağlık ve ormanlıktı. Eyke, “sık ve bol ağaçlı alan” manasına gelirdi. (Lisanü-l Arab, Eyk, X, 394.) Medyen, Kızıldeniz’in doğusunda yer alan, Akabe körfezine kıyısı olan bir liman şehriydi. Yemen, Medine, Suriye ile Irak’tan Mısır’a giden ticaret yolunun kesişme noktasındaydı. Konum itibarıyla Medyen şehri, o dönemin büyük bir ticaret merkeziydi. (DİA, Medyen, XXVIII, 346.)

Müreffeh bir hayat süren Medyen ve Eyke halkı, ataları Hz. İbrahim’in (a.s.) dini üzereydi. Ancak zamanla hanîf dinini tahrif etmişlerdi. Kendilerine uydurma ilahlar edinmiş, Allah’a (c.c.) şirk koşmuşlardı. Ticari hayatta ise dürüstlükten uzaklaşmışlardı. İşleri hileli, ölçü ve tartıları eksikti. Zenginliklerini hile ile elde etmişlerdi. Allah’ın kendilerine verdiği nimetlere şükredip kanaat göstermemişlerdi. Bilakis yol keserek baskı ve tehditle insanların mallarını gasbetmişlerdi. Böylece onlar, fakir fukaraya zulmederek toplumdaki dirlik ve düzeni bozmuşlardı. (Kur’an Yolu, III, 192.)

Yüce Allah, Medyen halkına kendi içlerinde yetişmiş olan Şuayb’ı (a.s.) elçi olarak gönderdi. Bu husus Kur’an-ı Kerim’de şöyle zikredilmiştir: “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi maddi bakımdan iyi bir durumda görüyorum; ama doğrusu hakkınızda kuşatıcı bir azap gününden de korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın; insanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın. Eğer müminseniz Allah’ın bıraktığı (meşru) kazanç sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.’” (Hud, 11/84-86.)

Şuayb (a.s) kavmini öncelikle Allah’a imana davet etti. Zira iman gemisine binen kişi bozgunculuğa set çekerdi. Oysa Medyenliler tevhid inancından sapmıştı. Nihayetinde toplumda ahlaki, hukuki ve iktisadi açıdan bozgunculuk başlamış, insanların birbirine güveni kalmamıştı.

Allah’a iman eden, yeryüzünü imar eder

İnsanın yaratılış gayesi yeryüzünü imar etmektir. Allah’a iman ve ibadet etmek yeryüzünde fesadı önler. Zira mümin, ticaret hayatı da dâhil tüm işlerinde ahirette hesap verme bilinciyle hareket eder. O, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. İşinde, gücünde, ticaretinde daima güven verendir. Allah’tan sakınarak kul hakkına riayet edendir. Dolayısıyla iman insanı yüceltir, ameller de ahlakı güzelleştirir. Bu iki haslet kişinin; Rabbine, kendisine ve tüm mahlûkata karşı sorumluklarını hatırlatan en önemli bağdır. Hayatı anlamlı ve yeryüzünü yaşanılır kılan şey de iman ve salih amellerdir.

Medyenlilerin ilahi davete tepkisi

Şuayb’ın (a.s.) ilahi davetine kavminden çok az kişi icabet etti. Birçok kimse de onun davetinden yüz çevirdi. Peygamberliğini inkâr ederek onu yalancılıkla itham ettiler. Daha da ileri giderek onun aklını kaybettiğini, büyülendiğini söylediler. (Şuara, 26/185-186.) Allah’ın elçisiyle alay ederek şöyle dediler: “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımız hususunda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana ibadetin (dinin) mi emrediyor? Oysa sen uyumlu ve akıllı birisin!” (Hud, 11/87.) Bu alaylı tavra cevaben Şuayb (a.s.) insanları davet ettiği tevhid inancının, ahlak ilkelerine dair kendisinin akli ve naklî delillere sahip olduğunu dile getirdi. Kavminin meseleyi bir de bu açıdan değerlendirmesini isteyerek şöyle dedi: “Ey kavmim! Bir de şöyle düşünün: Ya benim, Rabbimden açık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir nasip vermişse! Size yasakladığımı kendim yapmak niyetinde değilim. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek istiyorum. Fakat başarmam Allah’ın yardımına bağlıdır. Yalnız O’na dayanıyor ve O’na yöneliyorum.” (Hud, 11/88.)

İnkârcıların ileri gelenleri, tüm akli ve naklî delillere rağmen iman etmedikleri gibi inananlara da sataşıp onları Allah yolundan alıkoyuyorlardı. (Araf, 7/90.) Müminlerin, inancı gereği yaşamalarından, bilhassa ticarette dürüst davranmalarından rahatsız oluyorlardı. “Normal kârla insan zengin olmaz, kazanca sınır konmaz.” diyerek insanların aklını çelmeye çalışıyorlardı. Dürüst ticaret yapanları haksızlığa çağırıyorlardı. (Kur’an-ı Kerim’e Göre Peygamberler ve Tevhid Mücadelesi, 139.) İnsanları korkutarak Hz. Şuayb’ın yanına gitmelerine engel oluyorlardı. Müminleri de ölümle tehdit ediyorlardı. Şuayb (a.s.) kavminin tehditlerine karşı onları şöyle uyardı: “İnananları tehdit edip Allah yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek maksadıyla her yolun başında oturmayın. Düşünün ki siz az sayıdaydınız, sonra O sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğunu da düşünün!” (Araf, 7/86.) Kavminden büyüklük taslayan önderler, tüm bu uyarılara kulak tıkadılar. Hz. Şuayb’ı ve ona iman edenleri kendi dinlerine dönmedikleri takdirde ülkelerinden sürmekle tehdit ederek şöyle dediler: “Ey Şuayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kesinlikle şehrimizden çıkaracağız ya da mutlaka dinimize döneceksiniz!” Şuayb dedi ki: “İstemesek de mi?” (Araf, 7/88.)

Allah’ın elçisi ve ona iman edenler inkârcıların baskı ve zulmüne direndiler. İnançlarından asla taviz vermediler. Şuayb (a.s.) inancı gereği kimsenin yurdundan edilemeyeceğini dile getirdi. Müşriklere “Biz sadece Allah’a dayanırız.” dedi. (Araf, 7/89.) Nuh, Hud, Salih ve Lut’un (a.s.) kavimlerinin başına gelenlerin kendi başlarına da gelebileceği hususunda onları uyardı. Özellikle Lut kavminin kendilerine çok uzak olmadığını hatırlattı. Kendilerinin de ilahi gazaba uğramaması adına onları, Allah’a imana, tövbe etmeye ve O’ndan bağışlanma dilemeye davet etti. (Hud, 11/89-90.) Ancak Medyenliler tövbe etmediler, bilakis hakaretlerine devam ettiler. Şuayb’ı (a.s.) aralarında zayıf bir şahıs olarak gördüklerini, onun meramını anlatmaktan bile aciz olduğunu, kendilerinden üstün hiç bir yönünün bulunmadığını söylediler. Hadlerini iyice aşarak Allah’ın elçisini taşlayarak öldürmekle tehdit ettiler. (Hud, 11/91.) Artık tüm bu uyarılar karşısında iman etmeyenler için yapılacak hiçbir şey kalmamıştı. Şuayb (a.s.) iflah olmayan kavmine şöyle dedi: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Kimin başına aşağılayıcı bir azap geleceğini ve (böylece) yalancının kim olduğunu yakında öğreneceksiniz! Bekleyin! Ben de sizinle beraber beklemekteyim.” (Hud, 11/93.) Nihayetinde azap emri geldi. Cenab-ı Hak, iman edenleri katından bir rahmetle kurtardı. İnkârcıları da korkunç bir gürültü ve şiddetli bir deprem yakaladı. Sarsıntıyla bulundukları yerde yığılıp kaldılar. Acı veren bir azapla yok oldular. Sanki orada hiç yaşamamışlardı! Semud’un yıkıldığı gibi Medyen de yıkılmıştı! (Araf, 7/91; Hud, 11/94-95.) Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı (a.s.) yalanlayanlar olacaktı. (Hud, 11/92.)

Eyke halkının ilahi davete tepkisi

Şuayb (a.s.) Medyenlilerin yanı sıra Eyke halkına da peygamber olarak gönderilmişti. Eykeliler de gerçekten zalimler topluluğu idi. (Hicr, 15/78.) Medyenlilerle aynı niteliklere sahipti. Hz. Şuayb, bu zalim millete şöyle hitap etti: “Bakınız ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Bunun için sizden bir karşılık beklemiyorum. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin Rabbine aittir. Ölçüyü tam tutun, eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın. Sizi ve önceki nesilleri yaratana saygılı olun.” (Şuara, 26/178-184.) Ancak Eykeliler de Şuayb’ı (a.s.) tekzip ettiler. (Şuara, 26/176.) Ona, “Eğer doğru sözlü isen haydi üstümüze gökten azap yağdır.” (Şuara, 26/187.) dediler. Nihayetinde istedikleri azabın alametleri belirdi. Şiddetli bir sıcak onları kuşatıverdi. Sıcaktan bunalmalarına ne bir gölge ne de su fayda etti. Tam da bu esnada gökyüzünde bir bulut belirdi. Serin bir rüzgâr esti. Eykeliler serinlemek için bulutun gölgesine sığındı. Ansızın buluttan ateş indi, (Taberi Tarih, I, 168.) “gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi” (Şuara, 26/189.) ve böylece Eyke halkı yeryüzünden silinip gitti.

Medyen ve Eykelileri; Allah’a şirk koşmaları, ticarette hileli davranmaları ve peygamberlerini yalanlamaları helake götürmüştü.

Helal kazanç rızkı bereketlendirir

Rızkı veren Allah’tır. Ancak kula düşen helal yoldan rızkını aramaktır. El emeğiyle alın teriyle başkasının hakkını gasbetmeden dürüstçe geçimini sağlamaktır. Ticaret hayatında dürüst ve adil olmak helal kazancın en önemli basamağıdır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) helal kazancın rızkı bereketlendireceğini (Ebu Davud, Büyu’, 51.) ifade ederken dürüst tüccarları da şöyle müjdelemiştir: “Dürüst ve güvenilir tüccar, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizi, Büyu’, 4.) Mümin tüm hayatında olduğu gibi ticaret hayatında da Allah Resulü’nün, “...Bizi aldatan, bizden değildir.” (Müslim, İman, 164.) ikazını şiar edinir. Rızkını temin ederken helal kazancına haram karıştırmamak için daima gayret eder. Bu hususta Rabbinden yardım dilerken Hz. Peygamber’in öğrettiği şu dua ile Cenab-ı Hakk’a niyaz eder: “Allah’ım! Beni, helal kıldığın şeyler sayesinde haram kıldıklarından uzak tut. Lütfunla beni senden başkasına muhtaç etme! (Tirmizi, Deavât, 111.)